Baronlar. Taksim gezi parkı olaylarını topyekûn bir kalkışmaya
dönüştürme yolunda hariçten ama derinden sevk ve idare edenlerdir.
Bunların kimliklerini öğrenmek için İsrail’den gelen haberlere kulak
kabartmak kâfidir. Keza Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin tavır
ve tutumları da baronlar zümresinin uluslararası bir koalisyona işaret
ettiğine dair yeterli fikir verebilir. Bunların derdi, yeni Türkiye’nin
biraz fazla olmasıdır.
Taşeronlar. Bunlar memleketteki büyük
sermaye sahipleri ile faiz lobisidir. Daha açıkçası, bunlar, “Yerli
otomobil projesi çöpe atılmalı” diyenler ve/veya “Ne sağcıyım ne solcu
çapulcuyum çapulcu” diyenler ve/veya gezi parkını mesken tutan
kalabalığa yiyecek dağıtımını finanse edenlerdir. Bunların derdi, AK
Parti iktidarının özellikle ekonomik yönden kendilerini çok germesi ve
aynı zamanda memleketin parasının faize değil, üçüncü köprü, Marmaray,
bölünmüş yollar ve havalimanları gibi halka hizmet yatırımlarına
harcanıyor olmasıdır.
Siyasi fırsatçılar
Zevzekler.
Bunlar gezi parkı olaylarını siyasi fırsatçılığa dönüştürmek arzusuyla
yanıp tutuşan ve her defasında biraz daha zevzekçe konuşan siyasi
figürlerdir. Bunları derdi, diğer bütün sözde “Beyaz Türkler” ve
şimdilerde Silivri’de ikamet edenler gibi, “Tayyip Erdoğan gitsin ve
hükümet alaşağı edilsin; ama isterse memleket baştan sona yansın, çapul
ve talana uğrasın; hatta isterse memleket hepten satılsın ve geriye bir
çiftlik arazisi kadar yer kalsın, ama sadece bize kalsın” hayalinin bir
türlü gerçekleşmiyor olmasıdır. On yıldan beridir memlekette olmadık
krizler baş gösteriyor, ama her kriz sonunda Başbakan’ın elini biraz
daha güçlendiriyor. Üstelik asker de eskisi gibi performans göstermiyor.
Yargı desen, bu kurum da artık “incirin sapı üzümün çöpü” diyerekten
parti kapatma alışkanlığını maalesef terk etmiş görünüyor. Ne yalan
söyleyeyim, Başbakan’ın siyasi muhalifi olsaydım, böyle kadere ben de
kahrederdim.
Erketeciler. Bunlar hem Taksim gezi parkında yatıp
kalkanlar, hem yüzleri maskeli, başları baretli vaziyette peyda olup
uluorta polise molotof kokteyli atan, milli serveti yakıp yıkanlar, hem
de bu iki gruptan apayrı bir kültürel iklimde yetişmesine ve hatta
İslami entelijansiyadan addedilmesine rağmen, Twitter’den "Bir kez gönül
yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün
yumaz değil. İşte Taksim'in ruhu"; “Taksim direnişi İstanbul'un
tarihinde İstanbul'un yüzüsuyu hürmetine gerçekleşen ilk direniş!”, “Her
devirde iktidarın nobranlığı karşısında beceriksiz muhalefetin
çapsızlığını halkın vicdanı telafi eder!” diye tweet atanlardır. Oldukça
heterojen bir görünüm arz eden erketeciler, Cüneyt Arkın filmlerinde
kötü adamlar ya da mafya babalarının (Bilal İnci, Turgut Özatay, Hüseyin
Peyda, Yıldırım Gencer) Cüneyt’ten sürekli dayak yiyen elemanlarına
(Süheyl Eğriboz, İhsan Gedik, Kudret Karadağ, Yadigâr Ejder) benzer bir
rol üstlenmiş görünüyor.
Genç erketeciler
Bunların
derdine gelince, erketecilerin “gençler” diye anılan kesiminin en
azından kısmî olarak cümbüş peşinde oldukları söylenebilir ve gezi
parkındaki “Yasak ne ayol!” gibi pankartlar dikkate alındığında bu
kesimin pozisyonu daha ziyade derbi maçlarında tanık olunan futbol
fanatizmiyle de çok yakından irtibatlı olarak lümpenlik kategorisinde
değerlendirilebilir. Molotofçu erketecilere gelince, bunlar her zaman
olduğu gibi vatan hainliği rolünü icra ediyor. Tek tük göze çarpan ve
sanatçı diye tanımlanan grup ise Tayyip Erdoğan ve onun temsil ettiği
siyasi iktidarın bizatihi varlığına tahammül edemiyor. Gelgelelim,
Yûnus’un "Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” sözünden
Taksim Gezi Parkı’na, oradan da iktidara giydirmeye çalışanlara, öyle
görünüyor ki bu grubun iktidardan rahatsızlığı diğerlerinden çok farklı.
Bunların derdi, AK Parti’nin tatbik mevkiine koyduğu din politikasının
bir yandan katı fıkıhçı/fetvacı bir İslam anlayışının ve dolayısıyla
“Had ve huduttan ötesini bilmeyen bir dindarlık”ın yaygınlık kazanması,
diğer yandan koyu/katı muhafazakârlığın sesinin her geçen gün daha gür
çıktığı ve bu durumun dindar çevrelerde bile kaygı yaratacak boyutlara
vardığı algısına hizmet ediyor olmasıdır. Açıkça itiraf etmeliyim ki bu
algı şahsen beni de kaygılandırıyor. Hatta bu kaygı zihnimde uzak
geçmişin Bağdat’ında yaşanan Hanbelî/Berbehârî fitnesini çağrıştırıyor.
Akademiden sürülenler
Mamafih,
28 Şubat sürecinde Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde uğradığım mağduriyet
yüzünden Çukurova Üniversitesi’nde soluğu almış olmama rağmen AK Parti
iktidarı döneminde yüksek öğretim kurumunun oldukça etkili
pozisyonlarından birine gelen bir meslektaşım tarafından, “28
Şubatçılık”la itham edilmek gadrine uğramış birisi olarak söylüyorum ki
Taksim Gezi Parkı hadisesi pireye kızıp yorganı yakma hadisesi değildir.
Zaman, AK Parti’nin iktidar döneminde şahit olduğumuz yanlışlıkların,
nadanlıkların, nobranlıkların ve dahi gadre uğramışlıkların bu vesileyle
hesabını görme ve/veya fırsat bu fırsat deyip, “Oh olsun, canıma
değsin” deme zamanı değildir. Zaman, gezi parkındaki birkaç ağacın
kesilmesine ve/veya sökülüp başka yere nakledilmesine karşı çıkmak adına
halkın otobüslerini yakan, sokakları yangın yerine çeviren güruhların
yanında saf tutup sözde direnişçilere arka çıkma zamanı hiç değildir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/baronlar--taseronlar-zevzekler-ve-erketeciler/haber-762858
Hoca gerek kendisinin gerekse de memleketin geldiği noktada bu yazısı ve çıkarımları hakkında ne düşünüyor acaba?
YanıtlaSil